Stalk hikayeleri | Azim, mücadele, emek

Sosyal medyanın varoluş nedenlerinden biri, adeta gizli lokomotifi diyebiliriz stalk için. Keşke Türkçe karşılığı belirlenmiş olsa da böyle ukala plaza çocuğu gibi İngilizce kelimeler kullanmasak. Ama tam karşılığını verecek bi kelime bulamadım maalesef. Bu arada "stalk nedir ki" diyen olursa bu linkten uzun uzun okuyabilir... Stalk, stalker'lık aslında her yaştan, her segmentten insanın düzenli olarak yaptığı ama pek bahsetmediği bir şey. Gece gündüz Facebook'ta eltisini dikizleyen teyzeler var, hepimiz biliyoruz. Bunu konu alan öyküler okumak istedim ama pek rastlamadım ve "madem blogun adı Dijital İşler, neden kendim yazmıyorum" diye düşündüm. Birincisi aşağıda. En az dört tane daha yazmayı planlıyorum.



Azim, mücadele, emek


Yan dairedeki matkap gürültüsüyle uyandığında uykusunun henüz dördüncü saatindeydi. Bu saatte matkap çalıştıran komşudan, matkabı icat eden adamın doğduğu memleketin belediye başkanına kadar uzanan bir küfür seansının ardından kalkıp tuvalete gitti. Gece bardan eve taşıdığı biraların klozete akışını izlerken “bira hamallıktır” geyiği üzerine Ekşi Sözlük’e neler yazılabileceğini düşündü. Ama matkap sesi yüzünden konsantre olamadı. Klozetin kapağını sert bi hareketle kapatıp bir hışımla banyodan çıktı. “O matkabı götüne sokucam lan orospu çocuğu” diye küfrederek daire kapısına doğru ilerledi. Sinirliydi, tehlikeliydi, her şeyi yapabilirdi. Kapının yanında asılı duran montunun cebinden telefonunu çıkardı, tek eliyle dübürünü kaşırken büyük harflerle şu tweet’i yazdı:


PAZAR SABAHI MATKAP MI ÇALIŞTIRILIR LAN?! SOKARLAR O MATKABI GÖTÜNE!!!

“En az 60 RT’si, 40 da fav’ı var bunun” diye geçirdi içinden. 

Yatağın üzerinde duran tableti aldı, Instagram’a girdi. #YeniTürkü, #YeniTürküKonser hashtag’leriyle arama yaptı. Çok sayıda titrek ve netsiz fotoğrafın, çirkin burun delikleriyle kaplı selfie’lerin arasında dolaştığı 4 dakikanın sonunda, dün gece konserde gördüğü ve konser boyunca uzaktan izlediği kızın, sahneyi arkasına alarak gülümsediği selfie’sini buldu. “Yakından daha da güzelmiş” dedi. Kızın profiline girip uzun uzun inceledi. Daha çok sonbahar ve bol filtreli Boğaz fotoğraflarının olduğu klasik bir Instagram hesabıydı. Profildeki Twitter linkine tıkladı, “İsim soyisim yazsan ölürdün şu hesaplara” diye sitem etti. “Tüm tweet’leri görüntüle” butonuna tıklayıp kitaplıktan kalem kağıt aldı ve tweet’lere göz atarken küçük notlar almaya başladı:

  • Metrobüsten nefret ediyor
  • İhsan Oktay Anar
  • Yaz tatilinde Alaçatı (göğüsler iyi)
  • Bayramda Eskişehir
  • Kedi
  • Havuçlu kek
  • Filtre kahve
  • Meyhane, rakı
  • Vapur
  • Mesai, yoğun
  • Bu tarz benim

Yok yere dikkat çekmemek adına hesabı takip etmedi, düzenli olarak açıp göz atmak daha mantıklıydı. Zaten kızın tweet sıklığı neredeyse üç günde bir gibiydi ve genelde akşamları 20:30 – 22:00 arası yazıyordu. Kullanıcı adını Google’da arattı, kayda değer bir şey çıkmadı. Facebook veya LinkedIn hesabına bağlantı olmaması can sıkıcıydı ama bu işlerde sabrın esas olduğunu bilecek kadar internet tecrübesine sahipti… Az önce attığı tweet’i kontrol etti, şimdiden 8 RT almıştı bile. “Aynen yaa, eline sağlık” şeklinde cevap yazan bi kızı, daha geniş zamanda dönüp incelemek üzere fav’ladı.

Her ne kadar sosyal medya etkileşimleriyle beslenen biri olsa da acıkmıştı Ertan. Ağzına ve Instagram’ına layık bir kahvaltı masasına kurulmak üzere evden çıktı. 20 saniye sonra geri döndü, evde unuttuğu şarj aletini bulup cebine koydu.

***

Öğle yemeğinde gömdüğü bir buçuk kuşbaşılı pidenin ve ofisteki kasvetli havanın etkisiyle uyuklamaya başlamıştı ki, bilgisayarın tarayıcısında açık duran Twitter sekmesindeki (1) ibaresini gördü. Üç gündür o sekme tarayıcıda açıktı ve Ertan “kullanmayacaksan neden açıyorsun bu zıkkımı” diye söylenmeye başlamıştı bile. Tıkladı ve kızın Foursquare hesabına bağlı otomatik yer bildirimini gördü:

I’m at Dem Karaköy -@dem_istanbul
swarmapp.com/c/a1018ericss...

“Mesai saatinde kafelerde ne işi var bunun? Hani çok yoğundu?” sorularının üzerinde fazla durmadan koltuğunun kenarında asılı çantasını kapıp soluğu kreatif direktörün odasında aldı. En telaşlı ve acıklı ses tonuyla “Abi bir arkadaşım kaza geçirmiş de çok acil çıkmam lazım. Bir saate kadar gelirim” dedi. Her zamanki uykulu ve bol sakallı suratıyla tabletinde meyve sebze doğrayan adamın umursamaz el hareketine teşekkür edip koşa koşa çıktı ofisten. Arkasından söylenen “Başka ajansla iş görüşmesine gittiğini bilmiyoruz sanki mına koyim! Bi altı ay aynı ajansta dursun koca götünüz lan! Göçebe misiniz anlamıyorum ki… Bir de yaratıcı metin yazarı diye işe aldık adamı, uydurduğu bahaneye bak, klişenin ağababası” cümlelerini duymadı tabii ki.

Yeni Çarşı Caddesi'nden Tophane’ye doğru yardırırken kafasına yerleşmeye çalışan “Ya oraya gittiğinde kızı bi herifle yan yana, el ele, diz dize, göze göze hatta dudak dudağa görürsen?” sorusunu duymazdan geldi. “Tomtom diye sokak ismi mi olurmuş?” sorusuyla meşgul etti kafasını. 16 dakika sonra, koşturmaktan kızarmış suratıyla söz konusu kafenin önündeydi. İçeri girdi. Çaktırmamaya çalışarak içerideki müşterileri tek tek süzdü ama kızı göremedi. “Arkadaşım şu check-in olayını mekana girer girmez halledin, çıkarken değil!” diye atarını yaptı tüm internet alemine ve kafeden ayrılıp ofise doğru yola çıktı. Kreatif direktör kaza yapan arkadaşını sorarsa “İyi abi çok şükür, Taksim İlk Yardım’a kaldırmışlar, oradan geliyorum” diyecek ve “Lan yavşak, Taksim İlk Yardım bir senedir kapalı! Aklınıza gelen ilk fikri söylüyorsunuz zerre kafa yormadan, nasıl yaratıcı ekipsiniz anlamıyorum ki! Gömülmüşsünüz bilgisayara, yaşadığınız şehirden bile haberiniz yok. Kaldırın kafanızı biraz. Ben sizin yaşınızdayken sırf gözlem yapmak için akşamları Eminönü’nde kaçak sigara satıyordum” diye başlayan uzun bir nutukla karşı karşıya kalacaktı.

***

"Belki ilginç bir şey görürüm de internetlerde paylaşırım" diye açık bıraktığı televizyona göz ucuyla bakarken bilgisayarda izlediği filmi durdurup Ekşi Sözlük'e girdi. Filmin başlığını açıp "Bok gibi film, harcadığım zamana, verdiğim onca paraya yazık" diye başlayan ve "yönetmenin daha kadrajdan bile haberi yok" diye devam eden bol atarlı bir yorum yazdı. Biraz bekleyip sayfayı yeniledi, özellikle provokatör bir üslupla yazmasına rağmen herhangi bir tepki gelmemiş olmasına kızdı. "Ekşi'nin de eski tadı kalmadı" diye düşünüp filmi izlediği hdsanatfilmiizlefulkalitevizyonfilmleri.com sekmesini kapattı. Sosyal medya hesaplarını tek tek kontrol etti, hemen hemen hiç etkileşim yoktu. İç geçirdi. Bilgisayarı kapatmadan önce son kez kızın Twitter hesabına baktı. 45 dakika önce "Bugünler de hayatımın şarkısı bu <3" notuyla paylaşılan şarkıyı gördü.




Kızın imla bilgisinin zayıf olmasına bozulsa da şarkıyı yüksek sesle açıp nakarat kısmını telefonuna kaydetti. "Yanlış zamanda dinlenildiği takdirde insanı yok yere perişan edecek uzak durulması gereken şarkılar" listesine eklemeyi de ihmal etmedi.

Bilgisayarı kapattı. Televizyonun sesini açtı. Dört herif, bir saat önce bıraktığı şekilde yine aynı gürültüyle tartışmaya devam ediyordu. Kanalı değiştirdi. Daha önce aynı konuyla ve farklı isimlerle izlediği bir aksiyon filmi bu kez "Havada Panik" ismiyle yayındaydı. Bu film başladığına göre saat epey geç olmuş diye düşünüp ışığı söndürdü, koltuğa uzandı.

***

Konserin üzerinden dokuz gün geçmesine rağmen kızla ilgili kayda değer bir gelişme olmaması canını sıkıyordu; neredeyse bir başarısızlık örneğiydi bu. 2014 yılında, internetin bütün imkanları elinin altındayken konserde gördüğü bir kıza veya en azından gerçek kimliğine ulaşamamış olmak başarısızlık sayılabilirdi gerçekten. Bu sonucu, yeterince konsantre olamamasına ve ajanstaki yoğun mesaiye bağlamaya çalıştı ama kötü bir bahane olduğunun o da farkındaydı. Balkondaki sigara goygoyuna katılmak için ayağa kalkmıştı ki tarayıcıdaki Twitter sekmesinde o mübarek uyarıyı gördü: (1) Yine bir yer bildirimiydi:

I'm at Swedish Coffee Point in İstanbul, Cihangir 
swarmapp.com/c/5110noki...

Masanın üzerindeki montunu ve çantasını kapıp, balkonda sigara içen kreatif direktöre görünmeden sıvıştı. Bu kez check-in yapılan yer daha yakındı. Galatasaray Lisesi'nin yanındaki sokaktan girip koşar adımlarla devam etti. Çantasından çıkardığı fular-atkı karışımı şeyi boynuna doladı. Kafasına neredeyse yapışmış olan evladiyelik beresini çıkarıp bir dükkanın vitrininde saçlarını düzeltti. Ağa Hamamı sokağının sonundan yukarı kıvrıldı. Bu kez mekana 7 dakika içinde ulaşmıştı. Kapının önünde uyuklayan kediyi kucaklayıp ağır adımlarla içeri girdi.

Kız içerideydi. Onunla ilgilenmiyor havası yaratmak için çaprazındaki masaya, hafif sırtı dönük şekilde oturdu. Çantasından çıkardığı İhsan Oktay Anar kitabını, kızın görebileceği şekilde masanın üzerine koydu. Mekanın müdavimi olduğu izlenimini yaratmak için tezgahtaki çocuğa "Naber abi? O süper havuçlu keklerinizden kaldı mı? Bir de filtre kahve alabilir miyim lütfen?" diye seslendi. Daha hiç bakmadığı kitabın ortalarından bir sayfa açıp okumaya ve yan gözle kızı kontrol etmeye başladı. Güzeldi. Bunca takibe ve düzmeceye değecek kadar güzeldi.

Telefonunu çıkarıp alarmını üç dakika sonraya kurdu. Kucağında debelenen kediyi sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da onunla tanışıyormuş havası yaratmak için yüksek sesle "Özledin mi beni tüylü dostum?" dedi. Kız, farkındalık düzeyi birazcık yüksek biri olsa o masada oynanan kötü tiyatronun farkına varıp "Biz her şeyin farkındayız beyler! Ayakkabı numaranıza denk IQ seviyenizle oyunlar oynamaya kalkmayın, komik oluyorsunuz" diye bol kahkahalı bir tweet atabilirdi. Zira içinde "tüylü dostum" geçen bir cümle ancak kötü bir tiyatro oyununda duyulabilirdi.

Telefonun alarmı, kızın önceki gün paylaştığı şarkının nakarat bölümüyle çalmaya başladı. İyice duyulsun diye bulamıyormuş gibi yapıp biraz oyalandıktan sonra telefonu aldı ve kendi kendine konuşmaya başladı Ertan:

"Efendim abi... İyidir ya, Alaçatı'dan döndüm bu sabah evet. Sonbaharda da ayrı bir güzel, bana kalsa hiç gelmem İstanbul'a, yaz kış orada yaşarım da işte biliyorsun ajans bensiz olmuyor..."

O sırada kız kafasını kaldırmış; masasında en sevdiği yazarın kitabı ve kucağındaki kediyle havuçlu kek yiyen ve en sevdiği şarkıyı telefon melodisi yapmış olan bir adamın, en sevdiği tatil beldesi olan Alaçatı'dan heyecanla bahsedişini izliyordu. Plan adeta bir Yeşilçam filmi iyimserliğinde tıkır tıkır işliyordu ki kızın telefonu çaldı. Apar topar kalkıp hesabı ödedi ve kafenin önünde durdurduğu taksiye binip gitti. Ertan telefonu masaya bıraktı. Kediyi yere atıp "üstüm başım tüy oldu arkadaş, bit pire bulaştırmamıştır inşallah" diye mırıldandıktan sonra okuduğu yarım paragrafından da hiçbir şey anlamadığı kitabı çantaya sokuşturdu. Ofise döndüğünde uyduracağı bahane için kafa yormaya başladı...

***
Stalk olayının en önemli kurallarından birinin en ufak ihtimali bile gözardı etmeden sabırla didiklemeye devam etmek olduğunu biliyordu Ertan. Stalk umuttu. Stalk adeta define aramak gibiydi. Hiçbir defineci ilk çukurunda külçe külçe altınları kucaklamamıştı. Çaba ve sabır esastı. Bu ışık doğrultusunda, az önce gittiği kahve dükkanının Facebook sayfasını açtı. Beğenenler sekmesine tıkladı ve 14 bin kişilik listeyi tek tek incelemeye başladı.

23 dakikalık taramanın ardından kızarmış gözleri, o kıza benzeyen bir profil fotoğrafına takıldı. Yakından baktı, gözleri ışıldadı. Son dakika golüyle takımını öne geçiren futbolcununkine benzer duygular içindeydi: Mutluluk, gurur, emeğin karşılığını almanın huzuru... Profil fotoğrafına tıklayıp kızın sayfasını açtı, gerçekten de oydu. Alaçatı'da çekilmiş kapak fotoğrafında ekrandan dışarı taşacakmışcasına mutluydu kız ve artık onun bir ismi vardı: Merve Delibaşoğulları. Soyismi biraz tekinsizdi evet, ama fazla üzerinde durmadı. Gol sevincini yaşamakla meşguldü, bu yüzden de hakemin uzun uzun çaldığı ofsayt düdüğünü duymadı. Pozisyon ofsayttı, zira Merve Delibaşoğulları'nın Mustafa adında biriyle ilişkisi olduğunu söylüyordu bir durum güncellemesi ve altındaki mutluluk dileyen, çok yakıştıklarını söyleyen sevimsiz arkadaşları. Mustafa, olanca kirli sakalı, kısa saçı ve gri eşofman altıyla objektiflere gülümsüyordu. Pozisyon düpedüz ofsayttı yani, tartışılacak bir tarafı yoktu.

Mutfaktan sallama çay alıp balkona çıktı. Birkaç saniye sonra geri dönüp bilgisayarın başına oturdu. Google görsellerden "İsveçli kız" diye arama yaptı. Çıkan görsellerin içinden derin dekoltesi ve sıcak gülümsemesiyle içleri ısıtan bi ablanın fotoğrafına tıklayıp Tumblr sayfasına gitti. Sayfa, kızın farklı zamanlarda çekilmiş fotoğraflarıyla doluydu. En 'sıcak' olanlarından birkaçını masaüstüne kaydetti. Bugünler için sakladığı kolpa mail adresiyle yeni bi Facebook hesabı açtı. İrem adlı bi sarışına ait bu hesabı, 'anı yaşayan, düne yarına bakmayan, hayattan zevk almaya çalışan' detaylarla ve bol fotoğrafla bezedi. Hakkında bölümüne Mustafa'nın mezun olduğu lisenin adını eklemeyi ihmal etmedi. Ve anı yaşayan, hayattan zevk almayı bilen taş İrem, Mustafa'ya arkadaşlık isteği gönderdikten ilk mesajını yazdı:

"Selam... Şevket Niyazioğlu Lisesi'nin en cool çocuğu, naber? Okuldayken yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordum, burdan bi meraba diyeyim bari :) Nasıl gidiyor?"

Mesajı yazdı ve dudaklarından şu iki kelime döküldü Ertan'ın: Stalk, mücadeledir!


1 yorum: