Mesele sadece kağıt değil, sen hala anlamadın mı?

Yaklaşık 10 yıldır “kağıt artık öldü, her şey dijital oluyor”, “kağıdın yaşaması mucize bile değil, her şey dijital oluyor”, “bu devirde basılı yayıncılığa yatırım yapmak aptallık, her şey dijital oluyor” temalı beylik laflar duyuyoruz. Bu konuda öyle çabuk gaza gelindi, kağıt öyle çabuk öldürüldü ki, sorun tam olarak tespit edilemedi bile. Kağıt öldü geyiği kulaktan kulağa yayıldı ve en sonunda, manipule edilmeye gayet müsait bazı marka yöneticileri “basılı mecralara reklam bütçesi ayırmıyoruz” demeye başladı. Neden? Çünkü kağıt öldü. Kim söylüyor bunu?

Markalar artık birer yayıncı olacak (mı)

"Markalar artık birer yayıncı olacak!" Bir pazarlama konferansında, coşkulu bir konuşmacının ağzından duyulunca kulağa hoş gelen bir cümle bu. Bir sektör dergisinin yeni yıl beklentilerini sıraladığı ocak sayısında okuyunca da göze hoş geliyor. Ama yayıncılığa ucundan kıyısından azıcık bulaşmış biri bile o işlerin öyle kolay olmadığını bilir.

2014'ten internet medyamıza dair akılda kalanlar

Bu tanımlar bir türlü oturmuyor, farkındayım. Ben internet medyası dedim ama dijital medya, online medya, yeni medya, dijital içerik, internet yayıncılığı vs. diyenler de var. Doğru kullanımı nedir, bir doğrusu var mıdır bilmiyoruz tabii. Neyse, Türkiye'de internet yayıncılığı hususunda 2014'ten aklımda kalanları derledim. Önem sırasına göre değil, aklıma geldiği sırayla tabii ki.

Stalk hikayeleri | Azim, mücadele, emek

Sosyal medyanın varoluş nedenlerinden biri, adeta gizli lokomotifi diyebiliriz stalk için. Keşke Türkçe karşılığı belirlenmiş olsa da böyle ukala plaza çocuğu gibi İngilizce kelimeler kullanmasak. Ama tam karşılığını verecek bi kelime bulamadım maalesef. Bu arada "stalk nedir ki" diyen olursa bu linkten uzun uzun okuyabilir... Stalk, stalker'lık aslında her yaştan, her segmentten insanın düzenli olarak yaptığı ama pek bahsetmediği bir şey. Gece gündüz Facebook'ta eltisini dikizleyen teyzeler var, hepimiz biliyoruz. Bunu konu alan öyküler okumak istedim ama pek rastlamadım ve "madem blogun adı Dijital İşler, neden kendim yazmıyorum" diye düşündüm. Birincisi aşağıda. En az dört tane daha yazmayı planlıyorum.

Memleketin kanayan yarası: İnternet, pazarlama, dijital temalı konferanslar

Sizi temin ederim ki (bu söz öbeğinin film seslendirmeleri ve tiyatro oyunları dışında da kullanılabileceğini göstermek için böyle bir giriş yaptım) goygoyun merkezi sayılabilecek hemen her yerde bulundum: Yatılı okulda, üniversite kantinlerinde, er gazinosunda, sinema ortamlarında, ofisçe gidilen yemeklerde, haftalık şirket toplantılarında, Firuzağa kahvelerinde hatta şehir merkezine hakim bir tepeye çekilmiş Şahin marka arabaların içinde... Her türlüsünü tattım goygoyun ama bu pazarlama iletişimi, internet, dijital konulu konferanslardaki kadar yoğun olanına denk gelmedim.

2014'ten reklam sektörümüze dair akılda kalanlar

"Daha 2014'ün bitmesine 20 gün var, ne tezcanlı adammışsın, ne hevesliymişsin yılın muhasebesini yapmaya" dediğinizi duyar gibiyim. Bir hafta sonra internetler hep böyle listelerle, derlemelerle dolacak. Bıkana kadar okuyacağız 2014 raporlarını. O furya başlamadan yazıp bitireyim dedim. Bundan sonra mühim bir şey olursa onu da eklerim elbette.

Bir içerik sitesini minimum bütçeyle nasıl tanıtabilirim?

Oradan reklam olayını tamamen gereksiz gören cimri bir KOBİ sahibi gibi görünmüyorum değil mi? Önce şunu bir netleştirelim: Bu yazı, şahane içerik sitesinin tanıtımı için büyük bütçeler ayıramayan küçük yayıncılar için. Parası olan acımasın, yıksın ortalığı tabii ki. Çılgınca dans eden yarım düzine seksi kadının kameraya yaklaşıp, iç gıcıklayıcı bir ses tonuyla "hey ordakiler, çokşahaneiçeriksitesi.com'a girsenize" dediği TV reklamları çeksin filan. Hiç lafım olmaz. Şu anda benim lafım; bir kafeye gittiğinde sevgilisine sıcak çikolata ısmarlarken, ürkek ve tedirgin bir sesle garsona "ben de çay alayım, küçük çay evet" diyen cefakar içerik üreticilerine.

Bir içerik sitesiyle geçim sağlamak mümkün mü?

Neden büyük paralar değil de 'geçinmek' tabirini kullanıyorum, önce bunu açıklamaya çalışayım. Yurt dışını bilmiyorum ama Türkiye'de medya organları öyle muazzam kârlar elde etmez. Gelir gider arasında büyük farklar yoktur. Patron, diğer işlerine avantaj sağlamak için hoş görür bunu. Çalışan da prestiji ve ekstraları için (PR hediyeleri, davetler, etkinliklere ücretsiz giriş vs) 'az para kazanmaya' razı olur. Şatoda yaşayan ve buzlu bademle serinleyen yayın yönetmeni ve yıldız köşe yazarlarını ayrı tutuyorum tabii. Kimisi için de gerçekten bir tutkudur, bu işi yapmasa yaşayamaz; okunmak büyük bir tatmin sağlar, dolayısıyla da az kazanmaktan şikayet etmez.