Yayıncılıkta giderler çok fazla ve en büyük (bazen de tek) gelir kaynağı olan reklam çok ucuz. Ay sonuna doğru markaları arayıp "yav tamam, bin lira verin, tam sayfa reklamınızı koyalım" diyen janjanlı dergiler var. Fiyatlar gerçekten "bu adamlar işi nasıl döndürüyor" diye düşündürtecek kadar perişan durumda. İnternet tarafı için de durum farklı değil, bu yazıyı okuyan herkes az çok haberdardır. Bu yüzden işte MediaCat, Brandweek organizasyonunu düzenliyor; Webrazzi, summit'leri yapıyor; Sosyalmedya.co, eğitim programları hazırlıyor; Ot Dergi kafeler açıyor; Arkitera, Arkimeet'leri düzenliyor... Reklamla iş döndürmenin kolay olmadığı yeterince açık sanırım. Kaldı ki, kendini kabul ettirmiş ve iyi kötü bütçesi olan yayınlar bu saydıklarım. Bu nedenle 'büyük paralar' değil bu yazının konusu. Müdür / mesai derdi çekmeden, bir maaş kadar kazandıracak ve az kişiyle (tek kişiyle belki) üstesinden gelinebilecek işler...
Durumlar nedir?
Son dönemde yayına giren ve içerik açısından başarılı sayılabilecek güzel siteler / online dergiler var. Ceyms.com, Ekranella, Ranini TV, The Magger, Old Mag, GeekYapar, GerekeniYap, Uzak Rota, TechInside, Kein Mag, Organikİnsan gibi pek çok yayın sayabilirim. Şimdi hatırlamadığım veya hiç görmediğim onlarca sağlam site olduğuna da eminim. Fakat bunların, emeklerinin karşılığını aldıklarını da pek sanmıyorum. Olay aslında "markalar küçük mecralara gereken değeri vermiyor" deyip, geçmişte internet reklamlarının fiyatlarını bilinçli olarak düşük tutan ve piyasayı düzenleyen gazete yöneticilerine küfrederek sıyrılabileceğimiz kadar basit değil. Yukarıda saydığım 'para dışı kazançlar' ile yetinen yayıncıların da günahı var. Sınıf atlamak, ortamlara girmek, kabul görmek, basın davetine çağrılmak gibi amaçlarla işini yürütenler de markaların kafasında bir şablon oluşturdu ister istemez. Tabii ki o da bir tercih, yargılamak için söylemiyorum. Ara sıra çuvaldızın tadını hatırlamakta fayda var diyorum.
Yayıncının sundukları ve reklamverenin ihtiyaçları
En oturaklı markalar bile, internette reklam yayınlama noktasında 'direkt skora yönelik' hareket ediyor. Küçük yayıncılar için bu da önemli bir sorun. "Madem kendi sitemize gelen tık sayısı ölçülebiliyor, neden tek referans noktası olarak bunu almayalım?" mantığındaki yöneticilerin gözünü doyurabilecek trafik yönlendirmesine ulaşmak ise neredeyse imkansız.
Banner reklamların pek hükmü kalmadığı konuşuluyor, ne derece doğru bir görüş bilemiyorum. Burada, yayıncıya çıkış noktası sağlayabilecek bazı 'yeni' alanlar var:
- Markalı / sponsorlu içerikler
- Sosyal ağ hesaplarını da işin içine katan komple paketler: Kimi markalar için sosyal ağ paylaşımları, site içeriğinden daha çekici olabiliyor.
- Bir markayla uzun soluklu sponsorluk anlaşması: Özellikle turizm, seyahat firmaları buna ihtiyaç duyuyor.
- Ortak yarışma kurguları
- Onedio'nun markalara tanıttığı ve kabaca 'paylaşım garantisi modeli' diyebileceğimiz model: "Sizin markalı içeriğiniz, ortaklık kurduğumuz yüksek takipçili sosyal ağ hesapları tarafından da paylaşılacak" gibi bir cümle, pek çok marka yöneticisinin duymayı hayal ettiği bir cümle.
Özetle, klasik banner reklamlar ve atsan atılmaz satsan satılmaz Adsense reklamlarıyla siteyi doldurmak yerine yeni alışkanlıkları takip etmekte fayda var. İşin her iki ucunda da (yayıncı ve reklamveren) bulunmuş biri olarak, yeni modellere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Klasik reklam modelleri iki tarafı da tatmin etmiyor.
Reklamverenin karşısına dikilmeden önce
Marka yöneticileri, medya planlamacılar maalesef aşina olmadıkları sitelerle işbirliği yapma konusunda pek hevesli değiller. Kısa vadede bilinirliğinizi artırmak ve imaj yaratmak istiyorsanız, iyi kötü bir medya bütçesine ihtiyacınız var demektir. Böyle bir bütçeniz olmadığını var sayarak bu bahsi kapatıyorum ve reklamverenin karşısına dikilmeden önce halledilmesi gerektiğine inandığım konuları sıralıyorum:
* Hakikaten kaliteli ve sağlam içerik: Evet, belirsiz ve klişe bir madde gibi oldu ama sahiplenmeye çalıştığınız alanı tamamen doldurabilmek ve o konunun meraklılarını tatmin edebilmek şart. Birkaç çeviri içerikle, tırt listeyle olmuyor maalesef. Hikayesi olan, ayakları yere basan, okura dokunan, fayda sağlayan, canlı bir yayın olmak ilk şart.
* Sabır, disiplin, sürdürülebilirlik: Ekşi Sözlük'te yıllardır geyiği dönen tespitlere, yabancı sitelerde yıllardır yenilip bitirilmiş gif'leri ekleyerek çok fazla yol alabileceğiniz sanrısına kapılmayın lütfen. Öyle olmuyor. Öyle olmayınca da işin kârlılığa dönüşmesi hayalden öteye gitmiyor.
* Demlenme süreci: Profesyonel olarak hayata geçirilmemiş, kişisel çabalarla girişilen her işin belli bir acemilik dönemi vardır. İşi yapan kişi heyecanından kör olsa da, dışarıdan bakanların gördüğü kabak gibi hatalar oluyor. Bunun için, mümkün olduğunca objektif geri dönüşler alabileceğiniz, yeni fırsatları görebileceğiniz bir demlenme süresi gerekiyor.
* Sağlam sosyal medya gücü: Yukarıda belirttiğim gibi, markalar tek bir mecrada yayınlanan sponsorlu içerikten veya reklamdan tatmin olmuyor. Birden fazla sosyal ağda, yüksek etkileşim oranına sahip hesaplarınızın olması sizi birkaç basamak yükseğe taşır.
* Google dostluğu: Bundan bahsetmeye gerek yok zaten.
* Sadık bir kitle ve prestij: 50 kişi bile olsa sadık bir kitlenizin olması gerekiyor. Prestijden kastım da janjanlı tasarımlar filan değil, o sadık kitlenin sizin hakkınızdaki görüşleri.
* Esneklik ve değişime uyum sağlama refleksi: İnternetin değişim / dönüşüm hızı malum. İki hafta 'offline' tatile çıksanız, dönüşte her şeye yeniden başlıyor gibi hissedebilirsiniz. Yıllar içinde dönüşüme ayak uyduramazsanız tüm emekleriniz boşa gider. "Çok konuşma da bu konuda başarılı olan bi site ismi ver" diye coşarsanız, "Bigumigu.com'un yıllar içindeki gelişimine bi göz atın" derim.
* Bunların dışında "Özet geçmek gerekirse: Yeni nesil içerik" başlıklı yazıya göz atabilirsiniz.
Hangi alanda, nasıl bir site?
Yazının uzamasıyla birlikte iyice sıkılıp "ya arkadaşım, bunlar iyi hoş da, nasıl bir siteye ihtiyaç var, hangi alanlar açık; sen bana bunun cevabını ver" diye agresifliğe koşanlar için şunları söyleyebilirim:
* Pek girilmemesi gereken alanlar: Bu konularda yayın yapan pek çok site var, giren kişi rekabeti de göze almalı. "Ben nasıl farklılaşacağımı iyi biliyorum, yeni bir soluk getireceğim, sen merak etme" diyenlere de ayrıca saygı duyarım tabii ki.
* İlham arşivlerde saklı: Mecralar ne kadar yeni olsa da kitlelerin ilgi alanları ve bilgi ihtiyaçları seneler içinde çok da değişim göstermez aslında. 10-15 yıl önce forumlarda dönen muhabbetten çok farklı değil bugün sosyal ağlarda konuşulanlar. Değişen şey üslup ve mecra. Zamanın ruhuna uygun hale getirmek de farklı bir beceri elbette... Trendleri yaratanların çok sağlam bir arşive ve tarih bilincine sahip olduklarını düşünürüm hep. Belki yanılıyorumdur ama 1920'lerde ABD'de yayınlanmış bir dergiden, 1970'lerde Türkiye'de yayınlanmış bir gazete ekinden, 1990'lardaki bir TV programından, eski kartpostallardan 'yeni trendlere dair' çok şey öğrenilebileceğini düşünüyorum. 20 yıl önceki kartpostalların üzerindeki kedi yavrusuyla Instagram'daki like rekoru kıran kedi yavrusu aynı.
* Klonlamak o kadar da ayıp değil: Yurt dışında başarıya ulaşmış yeni bir siteyi klonlamanın o kadar da ayıp bir şey olmadığını düşünüyorum. Tuvalette saatlerce oturup "aşırı özgün bir şey bulmalıyım" diye ıkınmanın kimseye faydası yok. "Bunun İngilizce olanı var zaten, senin yaptığının ne gereği var yani? Ahaha, hayret bişey ya, saçma yani" diye coşan plaza önü sigara içicilerine çok da inanmamak gerek. Öyle olsa bugün Zaytung diye bir site olmazdı. Zira Türkiye'deki 30 milyon internet kullanıcısının en fazla yüzde 7'si İngilizce bir kaynağı okuyup anlayacak dil bilgisine sahiptir. Evet, küsuratlı sayı verdim... Bu arada klonlamaktan kastım, emek verilmiş içeriği birebir çevirip kaynak göstermeden çakmak değil.
* İkinci olmaya oynamak da ayıp değil: Yukarıda, pek girilmemesi gereken alanları sıraladım ama sabırla çalışıp iyi bir ikinci olmak da bir seçenek. Çoğu lider er geç tökezleyecektir. Üslubu değişecek, rehavete kapılacak, çağa ayak uyduramayacak ve nihayetinde okur kitlesinin bir kısmını küstürecektir. O siteden 'eski tadı alamayan okurlar' ve alternatif arayan markalar için, ihtiyaç anında oralarda olmakta fayda var.
* Hakikaten kaliteli ve sağlam içerik: Evet, belirsiz ve klişe bir madde gibi oldu ama sahiplenmeye çalıştığınız alanı tamamen doldurabilmek ve o konunun meraklılarını tatmin edebilmek şart. Birkaç çeviri içerikle, tırt listeyle olmuyor maalesef. Hikayesi olan, ayakları yere basan, okura dokunan, fayda sağlayan, canlı bir yayın olmak ilk şart.
* Sabır, disiplin, sürdürülebilirlik: Ekşi Sözlük'te yıllardır geyiği dönen tespitlere, yabancı sitelerde yıllardır yenilip bitirilmiş gif'leri ekleyerek çok fazla yol alabileceğiniz sanrısına kapılmayın lütfen. Öyle olmuyor. Öyle olmayınca da işin kârlılığa dönüşmesi hayalden öteye gitmiyor.
* Demlenme süreci: Profesyonel olarak hayata geçirilmemiş, kişisel çabalarla girişilen her işin belli bir acemilik dönemi vardır. İşi yapan kişi heyecanından kör olsa da, dışarıdan bakanların gördüğü kabak gibi hatalar oluyor. Bunun için, mümkün olduğunca objektif geri dönüşler alabileceğiniz, yeni fırsatları görebileceğiniz bir demlenme süresi gerekiyor.
* Sağlam sosyal medya gücü: Yukarıda belirttiğim gibi, markalar tek bir mecrada yayınlanan sponsorlu içerikten veya reklamdan tatmin olmuyor. Birden fazla sosyal ağda, yüksek etkileşim oranına sahip hesaplarınızın olması sizi birkaç basamak yükseğe taşır.
* Google dostluğu: Bundan bahsetmeye gerek yok zaten.
* Sadık bir kitle ve prestij: 50 kişi bile olsa sadık bir kitlenizin olması gerekiyor. Prestijden kastım da janjanlı tasarımlar filan değil, o sadık kitlenin sizin hakkınızdaki görüşleri.
* Esneklik ve değişime uyum sağlama refleksi: İnternetin değişim / dönüşüm hızı malum. İki hafta 'offline' tatile çıksanız, dönüşte her şeye yeniden başlıyor gibi hissedebilirsiniz. Yıllar içinde dönüşüme ayak uyduramazsanız tüm emekleriniz boşa gider. "Çok konuşma da bu konuda başarılı olan bi site ismi ver" diye coşarsanız, "Bigumigu.com'un yıllar içindeki gelişimine bi göz atın" derim.
* Bunların dışında "Özet geçmek gerekirse: Yeni nesil içerik" başlıklı yazıya göz atabilirsiniz.
Hangi alanda, nasıl bir site?
Yazının uzamasıyla birlikte iyice sıkılıp "ya arkadaşım, bunlar iyi hoş da, nasıl bir siteye ihtiyaç var, hangi alanlar açık; sen bana bunun cevabını ver" diye agresifliğe koşanlar için şunları söyleyebilirim:
* Pek girilmemesi gereken alanlar: Bu konularda yayın yapan pek çok site var, giren kişi rekabeti de göze almalı. "Ben nasıl farklılaşacağımı iyi biliyorum, yeni bir soluk getireceğim, sen merak etme" diyenlere de ayrıca saygı duyarım tabii ki.
- Reklam, pazarlama
- Moda, giyim, stil
- Şehir yaşamı, yeme içme
- Tasarım, fotoğraf
- Müzik, sinema, edebiyat
* İlham arşivlerde saklı: Mecralar ne kadar yeni olsa da kitlelerin ilgi alanları ve bilgi ihtiyaçları seneler içinde çok da değişim göstermez aslında. 10-15 yıl önce forumlarda dönen muhabbetten çok farklı değil bugün sosyal ağlarda konuşulanlar. Değişen şey üslup ve mecra. Zamanın ruhuna uygun hale getirmek de farklı bir beceri elbette... Trendleri yaratanların çok sağlam bir arşive ve tarih bilincine sahip olduklarını düşünürüm hep. Belki yanılıyorumdur ama 1920'lerde ABD'de yayınlanmış bir dergiden, 1970'lerde Türkiye'de yayınlanmış bir gazete ekinden, 1990'lardaki bir TV programından, eski kartpostallardan 'yeni trendlere dair' çok şey öğrenilebileceğini düşünüyorum. 20 yıl önceki kartpostalların üzerindeki kedi yavrusuyla Instagram'daki like rekoru kıran kedi yavrusu aynı.
* Klonlamak o kadar da ayıp değil: Yurt dışında başarıya ulaşmış yeni bir siteyi klonlamanın o kadar da ayıp bir şey olmadığını düşünüyorum. Tuvalette saatlerce oturup "aşırı özgün bir şey bulmalıyım" diye ıkınmanın kimseye faydası yok. "Bunun İngilizce olanı var zaten, senin yaptığının ne gereği var yani? Ahaha, hayret bişey ya, saçma yani" diye coşan plaza önü sigara içicilerine çok da inanmamak gerek. Öyle olsa bugün Zaytung diye bir site olmazdı. Zira Türkiye'deki 30 milyon internet kullanıcısının en fazla yüzde 7'si İngilizce bir kaynağı okuyup anlayacak dil bilgisine sahiptir. Evet, küsuratlı sayı verdim... Bu arada klonlamaktan kastım, emek verilmiş içeriği birebir çevirip kaynak göstermeden çakmak değil.
* İkinci olmaya oynamak da ayıp değil: Yukarıda, pek girilmemesi gereken alanları sıraladım ama sabırla çalışıp iyi bir ikinci olmak da bir seçenek. Çoğu lider er geç tökezleyecektir. Üslubu değişecek, rehavete kapılacak, çağa ayak uyduramayacak ve nihayetinde okur kitlesinin bir kısmını küstürecektir. O siteden 'eski tadı alamayan okurlar' ve alternatif arayan markalar için, ihtiyaç anında oralarda olmakta fayda var.
* Daha dar ilgi alanlarına yönelik siteler: Hala bunlara ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum. "Aslında BuzzFeed gibi bir site yapacaksın" diye yükseklerden uçmak yerine, aynı üslupla, dar ilgi alanlarına yönelik hazırlanacak bir site, bu yazının konusu olan 'geçinecek kadar para' için daha uygun olabilir. Tabii ki yukarıda anlatmaya çalıştığım aşamalardan geçmek ilk şart.
* Derleyen, toparlayan mecralar: İçerik küratörlüğü, bu dönemin üzerinde en çok durulması gereken konularından biri. Belki çağımızın bir hastalığı, belki genetik bir durum bilemiyorum ama hepimiz sıkıştırılmış bilgiye, şöyle bir toparlanmış gündeme ihtiyaç duyuyoruz. Hızlı yaşıyoruz, çok yoğunuz (saat 11:00'de uyanıp akşama kadar kafelerde, alışveriş merkezlerinde göt büyüten mirasyedi abiler / ablalar bile çok yoğun olmaktan şikayetçi), uzun uzun okuyacak vaktimiz yok. Gündemden geri kalmaya tahammülümüz de yok. Üzerine sosyal ağ hesaplarımızda bizi zeki, eğlenceli gösterecek bir şeyler paylaşma hevesimiz de eklenince; her alanda derlenmiş, özetlenmiş içeriğe ihtiyaç duyuyoruz. Bu böyle maalesef.
* Dozunda erotizm: Cinselliği 'internetin yeraltından' çıkaracak, bolca bilgiye ve görsele yer veren eğlenceli sitelere ihtiyaç var. Yani benim ihtiyacım yok da, arkadaşlar şeyapıyor öyle; onlardan duyuyorum.
* İngilizce içerik: "Bu topraklardan dünya markası çıkar mı" diye diye yaşlanan Güven Borça gibi, yurtdışında da ilgiyle takip edilen sağlam İngilizce siteler göremeden saçlarıma ak düşecek sanırım. Bu arada içerikten büyük para kazanmanın yolunun da sadece İngilizceden geçtiğini düşünüyorum ki, çok geyiğin canını yakacak uzunca bir muhabbetin konusu bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder