Derken, içlerinden bir adam kalkıp odanın ışığını açmış. Diğerleri karşı çıkmış tabii, ışığı tekrar söndürmüşler. Birkaç dakika sonra adam yine ışığı açmış. "Arkadaş" demiş, "Elleyeceğimiz iki meme, karanlıkta tattığımız çükün haddi hesabı yok!" Sosyal medya benim için tam olarak böyle işte.
Sosyal ağlarla ilişkim ne durumda?
Şunu baştan belirteyim: İşim, para kazandığım mesleğim gereği internetteki tüm yenilikleri, gelişmeleri, gündemi (caps gündemi de dahil) takip etmek zorundayım. Zamanın ruhunu, üslubunu yakalamak için de bu şart tabii. Yani bu mecralarda bir nevi zorunlu görevdeyim.
* Kişisel FB hesabım yok. Marka hesaplarında vs. kullanmak üzere açtığım 'fake' bir hesabım var. Yani, hısım akrabanın hayatını en ince ayrıntısına kadar nakşettiği bir duvarla muhatap olmak zorunda değilim. Bu güzel bir şey.
* Yine zaman zaman uğraştığım marka hesapları dışında Instagram, Foursquare, Vine, Pinterest gibi uygulamaları kullanmıyorum.
* Daha bir tek selfie çekmişliğim yok (burun deliklerim çirkin). Kişisel alanımı internetten -olabildiğince- uzak tutmaya çalışıyorum.
* On yılı aşkın bir süredir Ekşi Sözlük'e göz atmadığım gün sayısı pek azdır. Okumayı, yazmayı pek sevdiğim bir yer(di).
* Bobiler, Zaytung, Alkışlarla Yaşıyorum gibi siteleri düzenli olarak takip ediyorum, içerik olarak katkıda bulunmaya çalışıyorum.
* Tabii ki düzenli bir Youtube kullanıcısıyım. Aralıksız 9 saat boyunca Youtube videoları izlemişliğim var. Evet, Arif'in Manchester'a attığı golü ararken geçilen yoldan sıkça geçiyorum ben de.
* Düzenli olarak Twitter kullanıyorum.
* Bir şeyler öğrenebileceğim her linke balıklamasına atlarım.
Nelere maruz kalıyorum?
Ekşi Sözlük'ten |
Şunu da baştan belirteyim: İnternet dışı (offline) hayatımda gerilimi, kavgayı, boş tartışmaları, ateşli siyaset / futbol muhabbetlerini, başkasının hayatına burnunu sokma hakkı gören dedikoducu teyzeleri kendimden uzak tutmaya gayret ederim. Bu konuda kısmen de olsa başarılı sayılırım. Boktan muhabbeti olan birinin hayatımdan bir dakika bile çalmasına, güdük ideolojisini bana yedirmeye çalışmasına izin vermem. O toplara girmem yani. Taksici geyiği çekmemek için yarım saatlik yolu yürümekten çekinmem, o derece... Bunun sosyoekonomik bir sınırı da yok. Kısa ömrüme güzel insanlar, güzel muhabbeti olan insanlar girsin isterim.
Gel gör ki, bu kadar özenli davranıp huzurlu bir hayat kurmaya çalışırken, sosyal medyada her gün şöyle şeylere maruz kalıyorum (kalıyoruz):
Youtube'da sıradan bir gün |
* Sonsuz gerilim, kavga, tartışma
* Ülke gündemi, gündelik siyaset çıkmazı
* Linç kültürünün en nadide örnekleri
* Irkçılık
* Yargısız infaz, temelsiz ve acımasız eleştiri
* Zeki, fırlama, alaycı görünme hevesi
* Her şeyin en iyisini bildiğine inanan binlerce kişi
* Duyarlılık zabıtaları (ona tepki gösterdin, buna neden aynı tepkiyi göstermiyorsun?)
* Kaypak, kolpacı başlıklarla yolunu bulmaya çalışan leş haber siteleri
* Sürekli sinirli, ona buna giydiren, tüm problemlerini sosyal ağlar üzerinden halletmeye yeminli agresif abiler / ablalar
* Gösteriş budalalığı
* Ergenliğin vücut bulmuş hali olan trollüğün en bayağı örnekleri
* İki yüzlü ahlak gösterileri...
Pollyanna her gün bunlara maruz kalsa dertten kederden verem olurdu.
Ben ne yapıyorum?
Ne oluyor, nasıl oluyor bilmiyorum ama ben de ara sıra bu döngünün bir parçası oluyorum. Gerçek hayatta uzak durmaya çalıştığım şeyleri yaparken yakalıyorum kendimi. Yargısız infaz, temelsiz eleştiri, hiç yoktan kalp kırma, tam bilmediğim konularda ahkam kesme, o anki fikirlerimi gereğinden fazla önemseme... Aşağıdaki gibi şeyler paylaşıyorum ara sıra ve sonrasında da utanıyorum bundan.
Asıl problem
Bu arada, "ah eskiden ne güzel bir toplumduk, ne oldu bize" nostaljisi yapacak değilim. Aksine, insanın kötülüğe daha yatkın ve karanlık bir varlık olduğuna inanıyorum. Yani yaşadığımız toplumun 'normali' bu maalesef. Sosyal ağlar toplumun bire bir yansıması. "50 liraya TT listesine sokarım" diyen adam, saf müşteriyi kazıklamaktan çekinmeyen esnafın yansıması. Facebook'ta ırkçılığa koşan çocuk, nefretten beslenen siyasetçinin yansıması. Her şey normal seyrinde yani. Anormal olan, yine siyasetçilerin de gazıyla, süregelen yanlışlıkların kutsanması, teşvik edilmesi. Her konuda yetkin olduğunu düşünen ve bu yüzden eğitime, gelişime, değişime, ufuk açıcı herhangi bir şeye ihtiyaç duymayan kesim her alanda olduğu gibi internette de pohpohlanıyor. Şark kurnazlığı, kaypaklık, bilinçli cehalet, okuyanı / düşüneni aşağılama burada da geçer akçe sayılıyor.
Halbuki internet, sosyal ağlar bambaşka bireyler olma fırsatı tanıyordu. Böyle bir bilgi / tecrübe okyanusu, öğrenme ve üretme isteğini tetikleyebilirdi. Kendi küçük rönesansımıza önayak olabilirdi. Oturduğumuz yerden, çok fazla para da ödemeden bambaşka dünyaları tanıma fırsatı vardı elimizde. Tanımadığımız için korktuğumuz, düşman bellediğimiz her şeyle yakınlaşmamıza araç olabilirdi. İmkansızlıklardan dolayı okuyamamış şanssız nesiller olarak, ücretsiz bilgiye dört elle sarılabilirdik. Binlerce lira verip satın aldığımız telefonları, küfür yerine üretim aracı olarak kullanabilirdik...
Geçmiş zaman kipiyle yazıyorum evet. Zira internet ahalisinde de, tıpkı sokakta olduğu gibi; kötülük, kolpacılık, emek hırsızlığı, sığlık alkışlanıyor. Alkışı (50 RT, 60 beğeni, 70 fav...) alan kişi de orada durmaya devam ediyor; bu topraklarda doğduğu için, filanca ırkın kanını taşıdığı için üst insan olduğuna dair inancı daha da pekişiyor. Ve değişmeye, öğrenmeye, üretmeye karşı kendini tamamen kapatıyor. Nefret kültürü, 'oturduğun yerden icraat' kolaylığıyla da birleşince sınırlar daha da keskinleşiyor.
Konu biraz uzadı gibi. Sonuç olarak; her konferansta, her etkinlikte öve öve bitiremediğimiz, 'yeni medya' diye bağrımıza bastığımız sosyal medya beni geleneksel medyadan daha çok yoruyor. Evet, o kabız dizilerin, deniz seviyesinin altında devam eden siyasi tartışma programlarının, nefret tohumları ekmekten başka bir işe yaramayan futbol yorumcularının, Nurella'ların olduğu televizyondan daha çok yoruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder